Ana SayfaPsikolojiÇocuk PsikolojisiÇocukluk çağı olumsuz yaşantıları DNA'mıza işliyor

Çocukluk çağı olumsuz yaşantıları DNA’mıza işliyor

-

Yapılan bilimsel araştırmalara göre, 18 yaş altı çocukluk çağı olarak adlandırılan dönem olumsuz yaşantıları çocuklukta kalmıyor. Bu tip koşullar ileride kanserden hipertansiyona, obeziteden diyabete ve hatta kalp krizine kadar birçok hastalığın görülme riskini artırıyor. Geçtiğimiz günlerde Nature’da yayınlanan bir araştırma, olumsuz çocukluk yaşantılarının etkilerinin genetik mekanizmalar ile sonraki kuşaklara da aktarıldığına işaret ediyor. Yani yaşanan süreğen stres DNA’mızla sonraki nesillere geçerek, onları da olumsuz etkiliyor. Maalesef birçok kişi çocuğu azarlamanın, alay etmenin hatta dövmenin ciddi olumsuz etkileri olabileceğinin bile farkında değil.

Bu konu ve araştırma hakkında, alanında yaptığı çalışmalar ile akademik dünyada isminden sıkça söz ettiren Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi’nde Çocuk ve Ergen Psikiyatristi olan Dr. Veysi Çeri ile konuştuk. Çocukluk çağı olumsuz yaşantıları neler ve çocuklarımızın geleceğini nasıl etkiliyor, neler yapılmalı, araştırma bize neler anlatıyor sorularını detaylarıyla ele aldık.

Çocukluk çağı olumsuz yaşantıları derken neyi kastediyorsunuz?

Aslında adından da anlaşılacağı üzere her türlü olumsuz ya da zorlu yaşantıyı bu gruba dahil edebilmekle beraber Dünya Sağlık Örgütünce çocukluk döneminde maruz kalındığında sonraki yıllarda kişinin tıbbi ve psikolojik iyilik hali üzerine ciddi olumsuz etkileri olduğu çeşitli çalışmalar ile kanıtlanmış olan 10 temel olumsuz yaşantıyı kastediyoruz.

Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlemiş olduğu bu yaşantılar neler?

Bu grup yaşantılar içinde fiziksel, duygusal ve psikolojik istismar unsurları olduğunu söyleyebiliriz. Mesela çocukluk döneminde evde yaşayan yetişkinlerin alay etmelerine, lakap takmalarına, aşağılamalarına veya küçük düşürmelerine maruz kalmak gibi. Tabi bu saydığım bu tür yaşantılardan yalnızca biri. Dayak veya fiziksel şiddete maruz kalmak ki bu durum evdeki yetişkin biri ya da birileri tarafından sıklıkla itilip kakılma, tokat atılma, kendisine bir şey fırlatılması veya vücudunu morartacak derecede dayak atılması olarak betimlenmiş.

Bu ikisinin dışında cinsel istismar ile duygusal istismar da bu yaşantılar içinde sayılıyor. Duygusal istismar kavramı içinde aile üyeleri tarafından sevilmediğini ya da gözetilmediğini hissetmek yer alıyor. Aile üyelerinin birbirlerini gözetmediklerini ya da birilerine destek olmadıklarını görmek de yine duygusal ihmal kavramına dahil ediliyor. Kısacası ebeveynlerin duygusal anlamda birbirlerinden kopuk oluşu da çocuk için ciddi bir stres kaynağı.

Henüz 4 farklı yaşantı saydınız, diğer 6 olumsuz yaşantı neler?

Maalesef yukarıda saydığım 4 olumsuz yaşantı grubunun oldukça yaygın olduğunu belirtebilirim ki çocukluk çağı olumsuz yaşantıları bununla da sınırlı değil. 5. olarak fiziksel ihmalden bahsedilmekte. Bundan kasıt çocuğun gelişimi için yeterli fiziksel koşulların sağlanamamış oluşu. Meselâ, yeterli yiyecek bulamamak, kirli elbiseler giymek zorunda kalmak veya hastalandığında doktora götürülmemek gibi. Ebeveynleri ayrılmış oluşu ya da boşanması 6., aile içi şiddet ise 7. olumsuz yaşantı grubunu oluşturuyor. Hane halkından sorunlu alkol tüketimi ya da madde kullanımı olan birinin oluşu da olumsuz yaşantılar arasında sayılıyor. Hane halkından birinde psikiyatrik hastalık ya da intihar girişiminin oluşu ile hapse girmiş birinin olması da 9. ve 10. çocukluk çağı olumsuz yaşantısı olarak ifade ediliyor.

Bunların yanında son yıllarda çocuğun yaşadığı çevrede birisinin başka birini tehdit ettiği ya da yaraladığını görmesi olarak tanımlanan, toplumsal şiddete maruz kalmanın da çocuklar için ciddi bir stres kaynağı olduğu ve bu tür yaşantılara maruz kalmanın da çocuğun yetişkinlikteki tıbbi ve ruhsal sağlığı için tehdit oluşturduğu öne sürülmekte. Hatta bu konudaki çalışmaların sayısı da giderek artmaktadır. Böylelikle çocukluk çağı olumsuz yaşantılarının 11 grup olarak revize edilmesi gerektiği ifade edilmektedir.

Çocuklukta maruz kalınan bu tür yaşantıların kişilerin yetişkinlikteki tıbbi ve ruhsal sağlıklarına olumsuz etkisinin olduğuna dair kanıtların olduğunu belirttiniz. Nasıl kanıtlar bunlar?

İlk olarak ABD’de 1997 yılında 17.000 kişi ile yapılan bir araştırmada bu tür yaşantıların yaygın olmakla kalmayıp hayatı tehdit eden çeşitli riskli davranışlar ile hastalıklarla da yakından ilişkili olduğu tespit edildi. Hatta bu ilişkisellik doz-yanıt ilişkiselliği yani bu tür yaşantı sayısı arttıkça riskin arttığı bir ilişki içindeydi.

Çocukluk Çağı Olumsuz Yaşantıları DNA'mıza İşliyor

Riskli davranışlardan kastınız neler?

Örneğin sigara içimi. Çocukluğunda bu tür yaşantıları maruz kalma sıklığı arttıkça kişilerin sigara içiyor olma sıklığı da artmakta. Hatta bu artış 5 kata kadar yükselebilmekte. Basitçe söylemek gerekirse çocukluğunda bu tür olumsuz yaşantılara maruz kalmış bir yetişkinin sigara içiyor olma ihtimali 5 kat daha fazla. Aynı durum erken yaşta ve sorunlu alkol kullanımı, intihar girişimi, bağımlılık yapıcı madde kullanımı, sağlıksız yaşam tarzı ile beslenme ve güvenli olmayan ya da erken yaş cinsel birliktelikler için de geçerli.

Bu tür yaşantılar hangi hastalıkların görülme riskini artırıyor?

Biraz şaşırabilirsiniz ama çalışmalar bu tür çocukluk yaşantılarının maalesef kanserden tutun hipertansiyona ve kalp krizine kadar birçok hastalığın görülme sıklığını artırdığına işaret ediyor. Hastalıklar bunlarla da sınırlı değil. Örneğin, obezite ve diyabet ile de ilişkili. Ayrıca depresyon ve uyku sorunları hatta ve hatta doğum ile ilgili problemlerle de ilişkili. Mesela çocukluğunda bu tür yaşantılara maruz kalmış kişilerin erken doğum yapma, ya da düşük doğum tartılı çocuk doğurma risklerinin daha yüksek olduğunu görüyoruz.Bunun yanında KOAH, karaciğer hastalıkları ve kemik kırıkları ile de ilişkili olduğunu gösteren çalışmalar bulunuyor. Daha da ileriye götürürsek bu tür yaşantılara maruz kalmış kişilerin daha erken yaşlarda öldükleri de belirtiliyor.

Olumsuz çocukluk yaşantılarının böylesi kötü sonuçlar doğurabildiğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

Biliyorsunuz günümüz tıbbı kanıta dayanıyor ve her tıbbi bilginin kanıt değeri farklı olabiliyor. Hatta kullandığımız bir kanıt derecelendirme sistemi var. Buna göre kanıt düzeyi 1, 1b,2a,2b, 3 ve 4 olarak sıralanıyor. En güçlü kanıt düzeyi olan 1 söz konusu bilimsel bulgunun birçok randomize kontrollü çalışmada gösterildiği anlamına geliyor. Kanıt düzeyi en düşük olan 4 ise o konudaki birçok uzmanın aynı görüşte olması anlamına geliyor.

Olumsuz çocukluk çağı yaşantılarına baktığımızda 1997 yılında yapılan ilk çalışmanın bugün 7000’den fazla yayın tarafından alıntılandığını görüyoruz. Yani binlerce çalışma bu konuyu incelemiş ve neredeyse hepsinde bu tür yaşantıların olumsuz etkisi olduğu gösterilmiş.

Bugünkü verilerle bu konudaki kanıt düzeyinin 1. düzey kanıt olduğunu yani tıbbi anlamda en kesin kanıt niteliği taşıdığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak şunu belirtmekte de fayda var. Her ne kadar bu tür çocukluk yaşantılarının böylesi negatif davranış ve hastalıklarla ilişkili olduğu kesin olsa da bu yaşantıların nasıl böylesi bir sonuç doğurduğu konusunda yeterli bilgimiz yok. Daha açık şekilde ifade etmem gerekirse evet bu tür çocukluk yaşantılarının kanserden tutun şeker hastalığına hatta kalp krizi ya da inme ile ilişkisi olduğundan şüphemiz yok. Ancak hangi mekanizma ile bu tür olumsuz sonuçlar doğurduğuna dair yeterli bilgimiz yok. Altta yatan mekanizmaları araştırmak için de ciddi gayret sarfedildiğini söyleyebilirim. Bu konuda ülkemizde de Dünya Sağlık Örgütü iş birliği ile Türkiye genelinde kapsamlı bir çalışma yürüttüğümüzü ve bu çalışmanın sonuçlarını, yayınlandıktan sonra kamuoyu ile paylaşacağımızı belirtmek isterim.

Bu yaşantılar nasıl bir mekanizma ile böylesi olumsuz sonuçlar doğuruyor olabilir?

Bu tür yaşantıların özellikle de süreğen olması durumunda çocukta kronik bir psikolojik ve biyolojik stres yanıtına yol açtığını söyleyebiliriz. Uzamış stresin çocuğun bilişsel, zihinsel ve duygusal kapasitesini olumsuz yönde etkilediğini, duygu düzenleme ve bilişsel işlevlerdeki bozulmanın da okul başarısı ile arkadaşlık ilişkileri üzerinde bozu etkisi olduğunu biliyoruz. Bu kişilerin okul sisteminden bir şekilde düştükleri görülmekte. Bahsi açılmışken şunu da belirtmek isterim. 10 yıllık mesleki hayatım boyunca değerlendirdiğim çocuklara dönüp baktığımda bir genç için geleceğe dönük en tehlikeli şeylerden birinin okul sistemi dışında kalmak olduğunu söyleyebilirim. Çocuklarımız ve gençlerimizin okullaşmalarının önündeki her türlü engeli elbirliği ile bertaraf etmek zorundayız. Çünkü okul sadece akademik bir alanı ifade etmiyor. Aynı zamanda çocuk ve gençlerin kurumsal bir ortamda ve belli kurallar dahilinde birbirleriyle kaynaşmalarını, olumlu sosyal ilişkiler kurmalarını da sağlıyor. Olumlu sosyal etkilenmelerin devasa koruyucu etkisi olduğunu altını çizerek belirtmek lazım.

Okul sistemi dışında kalan bir genci maalesef pek de iyi şeylerin beklediğini söyleyemem. Aileler bu konuda çok dikkatli olmalı. Okul başarısı veya sosyal işlevselliğinde ciddi düşme olan ya da bir şekilde okulu asan veya okula gitmek istemeyen gençler için gerek çocuk psikiyatrlarından gerekse de eğitimcilerden mutlaka yardım almalılar. Hiçbir şekilde açıktan okuma, akşam lisesi gibi uygulamaların da örgün okul sisteminin yerini tutmadığını da ifade etmek gerek. Bu tür okullarda okuyan kişilerin de okula gitmeyen kişiler kadar risk altında olduğunu söyleyebilirim. Disiplin cezası olarak çocukların okuldan atılmasını doğrusu anlayamıyorum. Böylesi bir uygulama zaten büyük ihtimalle dürtü veya davranış denetim sorunu olan bir genci sokakların insafına terk etmek anlamına geliyor ki, bu da birçok örnekte bu gençlerin rahatlıkla şiddete, kötü alışkanlıklara ve suça karışmaları anlamına geliyor.

Sorunuza tekrar dönersek, karşılaştıkları olumsuz çocukluk yaşantılarının neden olduğu yoğun ve süreğen stres ile bilişsel işlevsellikleri ve duygu ile davranışsal kontrol kapasiteleri ciddi şekilde bozulmuş olan bu kişiler, sergiledikleri dürtü denetim zorlukları nedeni ile okul sisteminin dışında kalabilmekte, ayrıca iyi dostluklar kurmakta da zorlanarak kucaklayıcı, koruyucu ve kollayıcı sosyal destekten kaynaklarından da yoksun kalmaktadır. Böylelikle de sağlık için zararlı olan çeşitli davranışsal alışkanlıklar edinebilmekteler. Meselâ, erken yaşta sigara ve alkol içme, madde kullanımı ve tehlikeli işlere girişme ya da suça bulaşma gibi. Bu tür alışkanlıkların sağlık üzerine olan olumsuz etkisi, çocukluk çağındaki olumsuz yaşantılardan kaynaklanan psikolojik ve biyolojik stres ile de birleşince kişi obezite, şeker hastalığı, depresyon, kalp krizi ve hatta kanser gibi çeşitli hastalıklara karşı daha savunmasız kaldığı düşünülmekte. İşin asıl tuhaf yeri bu kadar yoğun ve şiddetli olumsuz etkileri olan bu tür yaşantılarının tümünün de engellenebilir olması. Yani bu tür çocukluk yaşantılarına dair farkındalığın artırılması ile engellenmesi bu yaşantıların birey ve toplum üzerine olan etkisini ciddi düzeyde azaltabilir.

Sonuç olarak olumsuz çocukluk çağı yaşantıları çocuklukta kalmıyor diyebilir miyiz?

Kesinlikle. Hatta Harvard ve Columbia Üniversitesi’nden çalışmacıların yayınladığı yeni bir çalışma, bu tür yaşantıların etkilerinin genetik mekanizmalar ile sonraki kuşaklara da aktarıldığına işaret ediyor. Doğrusu olumsuz çocukluk yaşantılarına maruz kalmanın kişinin ebeveynlik kabiliyetlerini de olumsuz etkileyerek, kişinin çocukları ile yeterince iyi olmayan bir ilişki kurmasını bekliyordum. Ancak bu çalışma nesiller arası etkilenmenin bunun çok ötesinde olduğunu göstermiş oldu. Çalışma, çocukluğunda cinsel veya fiziksel istismara kalmış olan erkelerin sperm hücrelerinde genetik bir değişiklik olduğunu göstermiş oldu. Yani bu tür yaşantıların neden olduğu süreğen stresin DNA’mızda da değişikliklere neden olduğu ve bu değişikliğin eşey hücreleri aracılığıyla sonraki kuşakları da etkilemeye devam ediyor olabileceğini gösteriyor.

Böylelikle olumsuz çocukluk yaşantılarının etkileri yukarıda saydığımız hastalıklar ile sınırlı olmayabilir. Hatta yol açtığı gerek davranışsal gerekse de genetik değişiklikler ile kuşaklar boyunca etkisini sürdürülebilir. Bu çalışma sayesinde çocukluk çağı olumsuz yaşantılarının sadece bireyin sağlığını olumsuz etkilemekle kalmadığını ve sonraki nesillerin de sağlıklarını tehdit ettiğini söyleyebiliriz. Hatta yukarıda da saydığımız ve olumsuz çocukluk yaşantıları olan kişilerde daha sık karşılaşılan durumlardan olan erken doğum ve düşük doğum ağırlığı gibi sorunlar da aslında bu genetik değişikliklerle de ilgili olabilir.

Peki söyledikleriniz çocukluğunda bu tür yaşantılara maruz kalan herkeste bu hastalıkların çıkacağı anlamına mı geliyor?

Hayır. Ancak bu tür yaşantıların sayısı ve sıklığı arttıkça bu hastalıklarda biri ya da bir kaçına yakalanma riskimiz artıyor. Örneğin, diyabet hastalığı dünya üzerinde her 100 kişiden 9’unda görülüyor. Ancak ülkemizde her 100 kişiden 14’ünde diyabet var. Yani Türkiye’de diyabet görülme sıklığı neredeyse dünya diyabet sıklığından 2 kat fazla diyebiliriz. Aynı şey olumsuz çocukluk yaşantıları olanlar için de geçerli. Bu kişilerde bu oran belki de yüzde 24 düzeylerinde diyebiliriz ki bu da neredeyse 3 katlık bir artışa tekabül ediyor. Bu durum diğer hastalıklar için de söz konusu bu hastalıkların toplumda görülme sıklığı yüzde 2 civarında ise olumsuz çocukluk çağı yaşantısı olanlarda bu oran yüzde 5-6 oranlarında olabiliyor. Bu da bu hastalıkların görülme sıklığının normal topluma göre 2-3 kat artmış olması anlamına geliyor. Sonuç olarak her olumsuz yaşantısı olan bu tür bir yaşantıya maruz kalacağı anlamına gelmiyor. Ancak bu tür yaşantılara maruz kalanlarda bu hastalıkların görülme riskinin ciddi şekilde arttığı görülüyor.

Böyle ciddi hastalıklara yol açabilen bu olumsuz yaşantılarla nasıl başedebiliriz?

Herşeyden önce çocukları bir ulusun yegâne sermayesi olduğu, bu sermayeyi korumak ve geliştirmenin bir ülke için yapılabilecek en değerli şey olduğunu hepimizin benimsemesi gerekiyor. Bunu özümsemeden inanın hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Bu tür yaşantıların etkileri ile artan hastalık oranları, şiddet eğilimi ve iş gücü kayıpları toplum için de büyük bir maddi yükü beraberinde getiriyor. Amerika kayıtları bu tür yaşantıların devlet bütçesine yıllık 124 milyar dolarlık bir kayba neden olduğuna işaret ediyor ki bu da olabilecek en düşük rakam olarak ifade ediliyor. Veriler bu miktarın yıllık 500 milyar dolar seviyelerinde olabileceğine işaret ediyor. Yani bu tür yaşantılar kişi ile ailesinin hayatını karartmakla kalmayıp toplum içinde ciddi bir kayba neden oluyor.

İşin iyi tarafı ise çeşitli politika ve projeler ile bu tür yaşantıların engellenebilir oluşu. Evet bütün bu yaşantılar tamamen engellenebilir bir doğaya sahip. Konu hakkında farkındalığı artırmak ilk adım olmalı. Maalesef birçok kişi çocuğu azarlamanın, alay etmenin hatta dövmenin ciddi olumsuz etkileri olabileceğinin bile farkında değil. Herkes ama herkes bu tür yaşantıların çocuklar ve hatta toplum üzerine olan devasa zararlı etkilerini bilmeli. Ebeveyn okulu benzeri eğitim faaliyetleri, kamu spotları vb. ile herkese ulaşılmalı. Bunun yanında okullardaki psikolojik danışmanlık ve rehberlik servislerinin geliştirilmesi bu servislerin sosyal hizmet uzmanları ile entegrasyonu ve birlikte çalışmalarının sağlanması ile bu tür yaşantılara maruz kalan çocukların erken tespiti ve bu ailelere ulaşılması gibi güçlü ve yenilikçi adımlar da atmak gerekiyor.