Ana SayfaPsikolojiÇocuk PsikolojisiZekâ ve yeteneklerine fazla odaklanılan insanların başarısı düşüyor mu?

Zekâ ve yeteneklerine fazla odaklanılan insanların başarısı düşüyor mu?

-

Bizler iyi niyetle çocuklarımıza kol kanat germeye çalışırken, onların kendi kanatlarıyla uçabilme mücadelesine ne kadar izin veriyoruz?

Adam, yolun kenarında, artık işlevini yitirmiş kozasından kurtulmaya çalışan bir kelebek görür. Yere eğilir ve kelebeği avuçlarına alır. Çakısıyla kozayı dikkatle keserek kelebeği özgürlüğüne kavuşturur. Kanatlarını birkaç kez güçsüzce çırpan kelebek, en sonunda yere düşer ve ölür.

Duruma anlam veremeyen adam, bir biyoloğa danışır. Biyolog, adama yaptığı hareketin yapılabilecek en kötü şey olduğunu söyler, çünkü kelebeğin uçabilmesi için kaslarının gelişmesi, bunun için de kozadan çıkmak için mücadele vermesi gerekmektedir. Adam kelebeği bu mücadeleden yoksun bırakarak aslında yaşayamayacak kadar güçsüz hale gelmesine yol açmıştır. Peki biz iyi niyetle çocuklarımıza kol kanat germeye çalışırken, onların kendi kanatlarıyla uçabilme mücadelesine ne kadar izin veriyoruz?

Şımartılmış kelebekler

Amerikan kültüründe ve Batı kültüründen beslenen pedagojik yaklaşımlarda yaygın bir görüş, insanların yetenek ve zekâsını överek özgüvenlerinin desteklenebileceği, motivasyonlarının artacağı ve başarı düzeylerinin yükseleceği yönünde. Ancak yapılan çalışmalar zekâ ve yeteneklerine çok fazla odaklanılan insanların, başarısız olma ihtimallerinin yükseldiğini gösteriyor.

Çağdaş yazar Haruki Murakami’nin Türkçe’ye İmkânsızın Şarkısı adıyla çevrilen Norwegian Wood romanında, bir müzik öğretmeni, müzik yeteneği olan küçük kız öğrencisiyle ilgili kaygılarını şöyle anlatır:

Bazı insanlar vardır. Kendilerine muazzam bir yetenek bahşedilmiştir, ancak bunu sistematik hale getirecek çabayı göstermezler. Bu yeteneği paramparça edip savurup tüketirler. Ben böyle insanları çok gördüm. Başta inanılmaz olduklarını düşünürsün. Müthiş zor bir parçanın notalarını bakar bakmaz çözer ve parçayı sonuna kadar mükemmel çalarlar… Gördüklerin karşısında ezilirsin. Ben bunu hayatım boyunca beceremem dersin kendi kendine. Ama aslında hepsi o kadardır. Onun ötesine geçemezler. Neden? Çünkü çaba göstermezler. O disiplini kimse kafalarına sokmamıştır. Şımartılmışlardır. Çaba göstermeden iyi çalacak kadar yeteneklidirler ve etraftakiler küçüklükten itibaren onlara ne kadar yetenekli olduklarını söyleyip durmuştur. O yüzden çok çalışmak onlara aptal işi görünür. Başka bir çocuğun üç hafta uğraşıp çalabileceği bir parçayı onun yarısı kadar sürede kotarırlar, öğretmen de yeterince çalıştıklarını düşünüp bir sonraki parçaya geçmelerine izin verir. Onu da yarı sürede bitirip bir sonrakine geçerler. Öğretmen tarafından azarlanmak nedir asla öğrenemezler; böylece karakter oluşumundaki en zaruri koşullardan birini kaçırmış olurlar. Bu bir trajedi.

İstisnalar mutlaka vardır; belli çocuklar için bu etiket daha fazla çabalamaya motive edici de olabilir, ancak övgünün performans üzerindeki etkisiyle ilgili yapılan son dönem araştırmaların geneli aynı sonuca varıyor: Çocuklara “sen üstünsün, sen zekisin, sen aslansın, senin için çantada keklik” gibi övgülerde bulunmak, performansta düşüşe yol açıyor. “Sürekli iyi olmalıyım” psikolojisine giren çocuk, sonuç iyi olmadığında stres, korku gibi sonuçlar yaşıyor. Ya da “ben nasılsa üstünüm, ben nasılsa zekiyim” psikolojisiyle, çalışmayı tamamen bırakabiliyor ya da ileri dönemde başarısında gözle görülür bir azalma yaşanıyor.

Algı oyunları

Çocuğun kendisiyle ilgili beklentileri kadar, öğretmenin çocukla ilgili beklentileri de öğretmenin algısını ve çocuğa yaklaşımını değiştiren bir durum. Bu da uzun vadede çocuğun başarısı üzerinde olumlu ya da olumsuz sonuçlar yaratabiliyor. 1960’larda Harvard profesörü Robert Rosenthal, Oak School’da bir deney yapıyor. Bugün hâlâ geçerliliğini sürdüren ve işletme fakültelerinde de öğrencilere vaka olarak sunulan bu araştırmada, ilköğretim düzeyindeki farklı sınıflardan öğrencilerin %20’si rastgele seçiliyor. Bir gruba öğretmenlik yapacak olan kişilere bu çocukların çok zeki oldukları, diğer gruba öğretmenlik yapacak olan öğretmenlere de vasat, hatta ortalamanın altında zekâda öğrenciler olduğu söyleniyor. Oysa iki gruptan öğrenciler de aşağı yukarı aynı düzeyde, rastgele seçilmiş çocuklar. Çocukların zeki oldukları ya da olmadıkları çocuklara değil, öğretmenlerine söyleniyor.

6 ay sonra çocukların performanslarına bakıldığında zeki diye sınıflandırılan çocukların performansında inanılmaz bir artış görülüyor, sosyal becerileri ve özgüvenlerinde artış gözlemleniyor; zekâsı vasatın altında denilenlerin ise başarılarının düştüğü, özgüvenlerinin azaldığı, kendi içlerine çekildikleri hatta kiminin yıkıcı davranışlar sergilemeye başladığı gözlemleniyor.

Bunun nedeni tamamen öğretmenin öğrenciye yaklaşımıyla ilgili: Zeki denilen gruptaki çocukları baştan zeki olarak algılayan öğretmenler onlara karşı daha ilgili davranıyor, daha çok motive ediyor, gerçekten de onları daha zeki olarak algılıyor, belli hatalarını ya da olumsuzlukları görmezden geliyor, olumluya odaklanıyor.

Diğer grubun öğretmenleri ise, nasılsa ümitsiz vaka diye düşündüğünden öğrencilere ilgi göstermiyor, daha sert bir tutum takınıyor, hataları için cezalandırıyor. Bu tam anlamıyla kendi kendini gerçekleştiren kehanet örneği: Çocuklar ilgisizlikten, ümitsiz vaka olduklarına inandırıldıklarından dolayı sonuçta giderek daha başarısız oluyor. Diğer taraftan başarmak için sürekli destek ve teşvik gören, olumlu davranışa maruz kalan diğer grup zaman içinde daha da başarılı oluyor. Etiketler, öğretmenin ister istemez çocukla ilgili algısını olumlu ya da olumsuz etkiliyor. Daha önce farklı araştırmalarda gördüğümüz gibi beklentiler, sonuçları ciddi ölçüde değiştiriyor.

Dr. Bahar Eriş