Ana SayfaYaşamRöportajGülsin Onay:“Deha seviyesindeki çocuklar sanki bildiğini hatırlıyor”

Gülsin Onay:“Deha seviyesindeki çocuklar sanki bildiğini hatırlıyor”

-

Gülsin Onay, Alman bir baba ile Türk bir annenin kızı. Annesi piyanist, babası kemancı olan sanatçı piyanoya üç buçuk yaşında annesinin desteğiyle başlamış. İlk konserini altı yaşında TRT İstanbul Radyosu’nda vermiş. Üstün Yetenekli Çocuklar kapsamında, Mithat Fenmen ve Ahmed Adnan Saygun’dan özel eğitim almış ve 12 yaşında Fransa’ya gönderilmiş. Paris Konservatuarı’nın yüksek bölümünden 16 yaşında, birincilikle mezun olmuş. Rachmaninov yorumlarıyla müzik otoritelerinden büyük övgüler alan Gülsin Onay ayrıca, uluslararası alanda istisnai bir Chopin icracısı kabul edilmektedir.

Gülsin Onay’a 1987 yılında Devlet Sanatçısı unvanı verilmiştir. Boğaziçi ve Hacettepe Üniversiteleri tarafından Fahri Doktora ile onurlandırılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Solisti ve Bilkent Üniversitesi’nin de sürekli sanatçısı olan Sn. Onay, yurtiçi ve dışında pek çok yardım konseri vermiş, 2003 yılında UNICEF Türkiye Millî Komitesi tarafından “İyi Niyet Elçisi” seçilmiştir. Sanatçıya ayrıca Sevda – Cenap And Müzik Vakfı tarafından 2007 Onur Ödülü Altın Madalyası ve Donizetti 2011 Klasik Müzik Ödülleri Yılın Piyanisti ödülü, 42. İstanbul Müzik Festivali’nin 2014 onur ödülü verilmiştir.

Çocukluğunuzdan kısaca söz eder misiniz? Sizin yeteneğiniz nasıl keşfedildi?

Çocukluğum İstanbul’un “gülistan” olduğu bir dönemde Erenköy’de üzüm bağları, çiçekler, çamlar, güller içinde bir köşkte ve onun bahçesinde geçti. Bu bahçede hep müzik sesleri vardı. Annem piyano, babam keman çalar, dayım ise radyodan hep klasik müzik dinlerdi. Ailenin geçmişi de çok gerilere kadar hep müzikle iç içe. Hatta annemin halası ve babaannesinin keman ve piyano çalarken fotoğrafları var. Dedem merhum Prof. Kerim Erim, Türkiye’nin ilk matematik doktora sahibi olan ve Einstein teorisini sistemli bir şekilde öğretmiş çok önemli bir bilim insanımız. Kendisi Einstein’ı Berlin’deki evinde ziyaret etmiş ve görüşmüş; konuşmalarında ortak tutkuları müzik de yer almış. Annem, Stuttgart Konservatuvarı’ndan mezun olmuş ve orada tanıştığı kemancı babam ile konserler de vermiş. Anneannemin, dillere destan güzelliğinin yanı sıra, çok güzel, pamuk gibi yumuşak, tatlı bir sesi vardı. Babamın ailesi de keza her ferdin bir enstrüman çaldığı eski bir geleneğe sahip. Berlin’deki evlerinde oda müziği toplantıları olur, müziği dostlarıyla paylaşırlarmış.

Haliyle ben de çok erken yaşta okuma yazma öğrenmeden notaları öğrenmişim. 3,5 yaşında başlayıp 6 yaşında iken ilk konserimi İstanbul Radyosu’nda vermişim. Bu konserin kaydı YouTube’da mevcut, o yaştaki bir çocuk için oldukça şaşırtıcı bir performans olmuş. Sesimden, konuşma sırasında yaşım anlaşılıyor ama çalışımda olgunluk var.

On iki yaşınızda Paris’e eğitim için gitmek nasıl bir tecrübeydi?

Paris, baş döndürücü bir güzellikte görünmüştü gözüme. Her sokağı ayrı bir gizemli dünyaya açılan, küçüklü büyüklü yeşil parklarında ferforje lambalarıyla oymalı banklarıyla kocaman bir saklambaç oyunu alanı gibiydi sanki. Bu muhteşem şehirde küçük yaşta çok yoğun bir çalışma temposuna girmiştim ancak zor gelmiyordu çalışmak. Her yeni derste farklı mucizeler keşfediyor, öğrenmenin keyfini yaşıyordum. Aralarda hobi olarak tiyatro çalışmaları da yapıyordum, çok sevdiğim güzel bir amatör grup ile. Sonra o grubumuz meşhur olmaya başladı ve ben baş rollerde “Constanza” ( Goldoni, les femmes de bon humeur) oynamaya başladım. Çabuk ezberlediğim için fazla vaktimi almıyordu ancak grup yeni teklifleri kabul edip turnelere çıkmaya başlayınca üzülerek ayrılmak zorunda kaldım. Oysa o keyifli çalışmalar beni çok mutlu ediyordu ve o mecburi ayrılış hep içimde kaldı.

Hâlâ severim ve özenirim tiyatroya.

Yazmayı da küçük yaşlarda hatıra defteri olarak sürdürürdüm, gerçekte olmayan bir sevgili arkadaşıma hislerimi yazar, sırlarımı paylaşırdım.

Sergilere gitmek Paris’te 7’den 70’e herkesin günlük hayatına girmiş bir âdetti, tabii inanılmaz zengin seçenekler vardı. Fransızca ve edebiyat hocam bana özel dersler için geldiğinde Paris’in çeşitli müzelerini gezer, derslerimizi orada yapardık. Hocam Delagis’ten çok değerli bilgileri çok eğlenceli bir şekilde alma şansına sahip oldum. Neredeyse kraliyet ailesinden bir çocuğu yetiştirme görevi üstlenmiş gibi Delagis bana farklı topluluklar ile neler konuşulacağını, Fransız yemek masasında nasıl davranılacağını da öğretirdi. Çok renkli bir kişilikti.

Tabii esas müzik hocalarım Pierre Sancan ve Nadia Boulanger ile daha sonra çalışma fırsatı bulduğum Monique Haas ve Pierre Fiquet hakkında anlatacaklarım bir kitap olabilir. Efsane müzik otoriteleri ile saatlerce olağanüstü çalışmalar yaptım ve beni en iyi şekilde yetiştirmek için büyük emek sarf ettiler, onlara müteşekkirim. Bu birikimleri gençlere aktarmayı da kendime bir borç bildim ve elimden geldiğince her fırsatta yetenekli piyanistlere yardımcı olmaya çalışıyorum.

Hayatını müziğe adamış, iyi eğitim almış bir sanatçı olarak kaçırdığınız fırsatlar olduğunu düşünüyor musunuz?

Hayır düşünmüyorum. Tam tersine fırsatların bana fazlasıyla cömert davrandığını ve çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Dünyanın önde gelen orkestra ve şefleriyle, en önemli sanat merkezlerinde, muhteşem konser salonlarında 70 ülkede yüzlerce konser verdim ve en sevdiğim işi sürdürebilmenin keyfini dolu dolu yaşayabiliyorum, şükürler olsun. Sağlığım elverdiği sürece kendimi en iyi şekilde ifade edebildiğim piyano ile beni dinlemekten mutluluk duyan dinleyicilerime ulaşıp müziği paylaşmanın doyumsuz zevkini yaşayabilmeyi umuyorum.

Bildiğim kadarıyla oğlunuz keman çalıyor. Sizce neden piyano değil de keman?

Aslında oğlum Erkin Onay bebekken piyanonun altında büyüdü. Bebek sepetiyle piyanonun altında ben çalışırken uslu uslu dinler piyano sesini çok severdi. Olağanüstü bir yeteneği var, küçücük yaşında benim çalıştığım Bela Bartok’un eserlerinin melodisini tertemiz söyleyebilecek bir kulağı vardı.

Babam, ilk keman hocası oldu oğlumun ve daha sonra Atilla Aydıntan ile Hannover’de çalışmaya başladı. Freiburg ve İsviçre’de de çok iyi hocalarla çalıştı ve keman için yaratılmış gibi mutlu. Ayrıca keman yapımcılığına da çok merak duydu Erkin. Henüz 9 yaşındayken bir keman yapımcısının yanında onun da yardımıyla ilk kemanını yaptı. Şu anda Erkin, İtalyan yapımı Postiglione bir keman ile çalıyor, sesi çok güzel. Biraz tesadüf, biraz istek diyelim. İyi ki kemancı oldu, şimdi birlikte çalabiliyoruz, konserler veriyoruz. Anne ve oğul, birlikte müzik yapmanın heyecanı, mutluluğu bambaşka.

Bir çocuğun müzik yeteneği nasıl anlaşılır?

Müzik yeteneği bazı çocuklarda hemen anlaşılır. Duydukları sesleri hemen tanır, temiz sesle tekrarlar, hemen duyduğunun şarkısını söyler. Bazı çocuklarda ise bu hemen belli etmez kendini, şarkı söylemez, ilgili gibi görünmez ama aslında çok yeteneklidir. Ailelerin biraz dikkatli davranıp keşfetmeleri gerekir yetenekleri ve üzerinde durup gelişmesini sağlamaları, ileride duyulacak pişmanlıkların önüne geçer. Bir kaç ders aldırmak, en azından çocuğun yeteneğinin ölçülmesine fırsat vermek iyi olur. Müzik, onun ruhsal dengesine yardım edecek aynı zamanda zenginlik katacaktır.

Sanat danışmanlığını üstlendiğiniz Gümüşlük Klasik Müzik Festivali ve Yaz Müzik Okulunda ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Gümüşlük 12. yaşına giriyor bu sene. Eren Levendoğlu ile başlattığımız bu Festival ve Yaz Müzik Akademisi her sene yaz boyunca dünyanın dört bir yanından gelen üstün sanatçıların verdikleri konserler ve Masterclass’lar ile âdeta bir müzik cenneti yaşatıyor katılanlara. Her ne kadar ilkel şartlarda, örneğin plajda çadır altında (!) yapılsa da dersler, unutulmaz çalışmalarla çok verimli sonuçlar alıyor genç müzisyenler. Burada farklı ülkelerden farklı görüş açıları, teknikler ile tanışma fırsatı buluyorlar. Ben de çok severek saatlerce çalışıyorum, dersler veriyorum genç yeteneklerimize. Birbirlerinin derslerini de dinlerken çok şey öğrenebiliyorlar. Öğrenciler burada, çok önemli isimlerle çalışma fırsatı bulabiliyor. Belki de 3-4 hoca ile çalışma fırsatı bulabildikleri yegâne yer Gümüşlük. Öğrencilere konser verme fırsatı da veriyoruz. Bir veya iki kez sahneye çıkma şansları oluyor. O da bambaşka bir tecrübe. Sahne tozunu solumak, o heyecanı yaşamak çok şeyler kazandırıyor müzisyenlere.

Yaş sınırını 13 olarak belirledik. 13 yaş üstü gençler katılabiliyorlar yaz okuluna,

Web sitemiz: www.gumuslukfestival.org

Müzik konusunda genel yetenek ve ilginin dışında “deha” seviyesinde olan çocukların ortak gösterdikleri özellikler var mı sizce?

Genelde bu tür deha seviyesinde çocuklar müziği öğreniyor değil de bildiğini hatırlar gibi oluyorlar. Son derece doğal bir şekilde az bir çalışmayla da olsa büyük bir olgunlukla yaklaşabiliyorlar eserlere.

Onunla beraber bu dünyaya gelmişçesine müziği hissedip, hissettirebiliyorlar.

Tabii öğrenme hızları da çok yüksek oluyor ve zahmetsizce öğreniyorlar.

Gülsin Onay- Serap Torun -Tony Scholl

Müzik yeteneği ve sevgisi olan bir çocuk sizce nasıl bir eğitim almalı?

Öncelikle yatkın olduğu müzik aletinin bulunması gerekiyor. Sıkmadan, zevkli şekilde çalışmasını sağlamalı ve her yaptığı ilerleme takdir görmeli. İleride daha güzel yerlere geldiğinde çalışmalarının faydasını göreceğine inandırılmalı ki bu, gerçekten zahmetli bir emekleme dönemi atlatana kadar ihtiyaç duyulan bir inanç. Antrenman yapmadan maça çıkılamayacağı gibi teknik beceri olmadan müzik yapılamaz piyanoda da.

Şu an konservatuvarda olan gençlere tavsiyeleriniz var mı?

Her öğrencinin hayalinde solist olmak yatıyor. Oysa konservatuvar mezunlarının pek çoğu bu hayali gerçekleştiremiyor ve mutsuz oluyorlar. Bence müziği her şekilde yaşayabilmek ve ona kendini adamış olmak bir ayrıcalıktır ve bu bile kendi başına hayat boyu mutlu olmak için yeterli bir nedendir.

Kendini göstermek için bir amaç olarak görülmediği sürece müzik insanı en ulvi duygularla besleyen mucizevi bir dünyadır. Ona verilen emeği en güzel şekilde ödüllendirendir müzik.

Bunu göz önünde bulundurarak her tür yanlış hırstan uzak kendilerini müziğe hizmet etmek üzere çalışmaya ve müziğe adamalarını tavsiye ederim.

Yoğun temponuz arasında torunlarınıza vakit ayırabiliyor musunuz?

Ah en can alıcı yarama parmak bastınız. Gönlümde onlarla 24 saat vakit geçirmek yatıyor ama ancak kısıtlı sürelerde beraber olabiliyoruz. Hep kursağımda kalıyor kucaklaşmalarımız ayrılık zamanı geldiğinde.

Üç torunum var. Efe 11 yaşında, annesi ile Antalya’da yaşıyor, Bora 6 ve Lila 3,5 yaşında, Ankara’dalar.

Her anının kıymetini bilerek başka hiç bir şeyle ilgilenmeden zaman geçiriyorum, sohbet ediyorum, oyun oynuyorum onlarla. Bazen kendi uydurduğum masallar anlatıyorum, çok hoşlanıyorlar. Bir daha anlat deyince hatırlamıyorum uydurduğum için, başka bir masal uyduruyorum. Ama onlar hatırlıyorlar, “Hani o üç kulaklı cüceyi anlat.” diyorlar. Çocuk dünyası çok harika. Onlar geleceğin sahipleri. Her şeyi onların güzel yetişmesi ve mutlu olmaları için yapmalıyız elimizden geldiğince.

Torun sevgisi de gerçekten farklı, çok güzel bir duygu. Anlatılmaz yaşanır diyeyim.