Ana SayfaYaşamGöçebeler ülkesine hoş geldiniz!

Göçebeler ülkesine hoş geldiniz!

-

Herkese merhaba. Bu haftaki sinefil köşesinde, 2021 Altın Küre (Golden Globe) ödüllerinde: en iyi kadın oyuncu, yönetmen ve film dallarında adaylıklar alan ‘Nomadland (Göçebeler şehri)’ isimli filmin analizi yapacağım.

Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, bu sene çok zengin ve güçlü kadın oyuncu performanslarının yanında, son derece başarılı, kendine özgü, orijinal, kadın yönetmenlerin üstün başarılarına da tanıdık oluyoruz. Bunun en güzel kanıtı: Altın Küre ödüllerinde Regina King (Miami’de Tek Gece-‘One night in Miami), daha evvel hakkında yazdığım Emerald Fennell’ın ‘Umut Vadeden Kadın-Promising Young Woman’ ve şu an analizine başladığım Nomadland’in yönetmeni Chloe Zao’nun en iyi kadın yönetmen dalındaki adaylıkları. İlk defa 3 kadın yönetmen aynı anda adaylık alarak tarihe geçti. Umarım aynı güzel manzarayı Akademi ödüllerinde de görme imkanımız olur.

Dilersiniz filmin yönetmenini kısaca tanıyalım: En önemli sinema okullarından NYU’da eğitim alan Chloe Zao’nun öğrenciliği dönemdeki profesörlerinden biri de ünlü yönetmen Spike Lee. Çin asıllı henüz 38 yaşındaki Zao’nun adını önümüzdeki dönemlerde sık sık anacağız gibi gözüküyor. Çünkü kendisi Marvel dünyasına da adım atıp, başrolünde Angelina Jolie, Kit Harrington ve Robert Madden gibi Game of Thrones’un popüler oyuncularının eşlik ettiği ‘Eternals-Ölümsüzler’ filminin de yönetmenliğini yaptı. Gösterimi 1 sene ertelenen projeyi, bu sene başka bir erteleme olmazsa Kasım 2021’de izleme şansına sahip olacağız.

Gelelim Nomadland filminin başrol oyuncusu Frances McDormand’a: izleyebileceğiniz en iyi karakter oyuncularından biri olan McDormand; ilk Oscar heykelini,1996 yılında, karlarla kaplı Fargo kasabasında, karnı burnunda olmasına aldırmadan, cinayetleri çözmeye çalışan, azimli dedektif Marge Gunderson rolüyle aldı. 36 yıllık eşi ünlü yönetmen Joel Coen (Ünlü Coen kardeşlerinden biri, aynı zamanda Fargo filminin yönetmeni) ile olan bu çalışması, O’na ilk büyük ödülünü getirdi.

Sonraki Oscar ödülünü, kızının cinayetini araştıran ve ilan panolarına yazdırdığı sloganlarla, yetkililerin dikkatini çekmeye çalışan, kararlı, gözünü budaktan sakınmayan bir anneyi oynadığı ‘Three Bilboards Outside Ebbing, Missouri’ filminden, 2018 yılında aldı.

Ve şimdi: Nomadland’daki herşeyini ekonomik krizde kaybeden, bir karavan içine kalan birkaç parça eşyasını doldurup, göçebe şekilde yollara düzülen ‘Fern’ karakteri ile altın heykeli 3. Kez kucaklamaya bir kez daha yaklaştı.

Benim kişisel görüşüm, her ne kadar Carey Mulligan’ın farklı performansını takdir etsem de, 5 aday arasından en fazla favorim kesinlikle Frances McDormand. Bazı oyuncularda sahne ışığı, tılsım ve oynadığı karakteri yeniden yoğurup, kendinden birşeyler katma, o karakteri yeniden yaratma kapasitesi vardır. Tıpkı sevgili McDormand gibi…

Film; ‘Great Recession-Büyük Durgunluk’ olarak adlandırılan Aralık 2007 ile Haziran 2009 arasında gerçekleşen küresel ekonomik kriz döneminde geçiyor. Baş karakter Fern; tamamen yokolan, posta kodu bile silinen, insanların işlerini ve hayatlarını yitirdiği bir kasabadan ayrılıyor. Eşini, evini, işini kaybeden Fern, kalan tüm eşyalarını bir karavana yükleyip, yola çıkıyor. Artık başka kayıplar vermek, geride birşeyler bırakmak istemediği için, göçebe hayatına kendini alıştırmaya çalışıyor.

60’lı yaşlarda olsa bile, emekli olup, Florida’ya yerleşip, şezlonga oturup, okyanusu izlemek yerine, Fern, Neveda’nın eksinin altına düşen dondurucu kışında, karavanında ateş yakıp, ısınmaya çalışıyor. Maddi anlamda sıkıştığı için, kendisini Amazon’un fabrikalarından birinde 12 saat paketleme yaparken ya da ‘Home Depot’ denilen ev eşyalarının satıldığı mağazalar zincirinde malzeme taşırken ya da bir fastfood zincirinde, mutfakta patates kızartırken buluyor.

İş ayrımı yapmıyor Fren…Kendisini yargılayan, arkasından ‘evsiz’ diye konuşan, O’nu evlerine davet eden tanıdıklarına aldırmıyor. Karavanın bütün tamir işleriyle kendi başına uğraşıyor, hala ailesinden kalan belki 30 yıllık porselen tabakları gururla kullanıyor ve doğayla barışık bir yaşam sürdürmeye çalışıyor. Karavanı teklemeye, arızalar gitgide artmaya başlasa da, satmaya niyeti yok…Elinde kalan son şeyi de yitirmek istemiyor.

Soğuk artık iyice rahatsız etmeye başlayınca, Fren’e Arizona’daki arkadaşının daveti cazip geliyor ve bir anda kendini, aynı O’nun gibi karavanlarda yaşayan kalabalık bir grupla, terkedilmiş depo alanında buluyor. Ve burada yeni dostu, belki de eşinin kaybından sonra romantik anlamda ilk defa kendisini heyecanlandıran Dave ile tanışıyor.

Dave, ailesinden kalma porselen tabaklardan birini yanlışlıkla kırana kadar, aralarında herşey iyi gidiyor. Ama sadece tabak değil, Fern’in de içinde birşeyler dağılıp, parçalara ayrılıyor… Sürekli güçlü olmaya çalışmak, geçmişi geride bırakmak, kendini yollara vurmak bir süre sonra ağır gelmeye başlıyor…Nereye kaçsa, nereye gitse, geçmişin acıları, içindeki biriken içerleme, hüzün, kayıplarına duyduğu özlem, beraberinde geliyor…Artık bir şekilde Fern’in geçmişiyle barış yapıp, bir yerde düzen kurması gerekli… Ruhunu huzura kavuşturmak için, değiştiremeyeceği şeyleri kabullenmesi lazım… Peki Fern bunu başarabilecek mi?

Hüzünlü, yürek burkan, ama bir yandan da insanın ruhundaki ateşi fitilliyen, özgürleştirici, arındırıcı bir hikaye izliyoruz. Frances McDormand, Fern karakterini adeta baştan yoğuruyor, O’na derinlik, duygusallık, gerçeklik katıyor ve göz doldurucu performansı ile bizi alkışlattırıyor.

Benim sinefil puanım: 8/10

Filme ilgili ufak notlar:

-McDormand filmdeki karavana ‘Vanguard’ ismini takıp, içini kendi evinden eşyalarla doldurup, çekimler süresince gerçekten karavanın içinde yaşamaya başlamış ama bir süre sonra kendini haddinden fazla yorgun hissedince, bu rutinden vazgeçmek zorunda kalmış.

-McDormand film boyunca gerçekten karavanla 4 ay boyunca, 7 ayrı eyalete yolculuk yapıp, halkın arasına karışıp, iş başvurularında bulunmuş. Hatta ünlü mağazalar zinciri Target’a yaptığı iş başvurusu kabul edilmiş.

-Film Jessica Bruder’ın ‘Nomadland’ kitabından beyaz perdeye uyarlandı.

– Film; 77th Venedik Uluslararası Film Festivali’nde ‘Altın Aslan’ ödülünü kazandı.

Bu haftaki analizimi burada sonlandırırken, haftaya aynı köşede sizlerle yeniden buluşmayı diliyorum. Sağlıklı olun, sağlıkla kalın.